Cumartesi, Eylül 15, 2007

İmece evi, kardeş(abi demek lazım belki de?) proje!

"Sevgili İmece dostu merhaba,

Kazdağı,16.Ocak.2007

2004 Ekim ayında başlayan yolculuğum Kazdağı'nın Küçükkuyu, Assos aralığında durdu!!!


İmece Evi eskiden sadece yazları 2 ay açık olan bir turistik işletmeydi.Biz ise burayı 12 ay yaşayan "ekolojik yaşam ve tüketim-kirletme çılgınlığına alternatif çözümler" merkezi yaptık.

Yaptık derken politik (teorik?) plan olarak yaptık.Fiilen ise zeytin,bahçeler,görüşmelerden fırsat buldukça ve genel ekolojik ölçüler çerçevesinde imar etmeye çalışıyoruz.



İmece Evinde yaşamın 3 ayını geride bıraktık. Bizim için gün; gündoğumundan önce başlıyor. Mevcut insanların ihtiyacına göre yoga yada jimnastik, olmazsa köpeklerle dans ederek ilk spor yapılıyor- Madra Dağının zirvesinden güneş doğarken...

Kahvaltı esnasında ve devamındaki çay keyfinde günün planlaması yapılıyor. Öncelikler konuşulup tek, tek ya da takım halinde çalışma başlıyor.



Bugünlerde yoğun olarak kurduğumuz "Marangozhane" de çalışıyoruz. 4000 devirlik.40 lık trifaze planyamızın arkası talaş doldu.Buna en çok "Karabaş" seviniyor.Ön tarafı açık atölyeye yağmurlu akşamlar girip talaşların üstünde yatıyor ::-) Gerçi Kazdağının bulutları toplaması da yağmur için yeterli olmuyor.Yağışlar çok az. Bazen zirveye yakın yerlere bulutlar adeta tükürüp yok oluyor...



Şimdilik "yemekhane-yazıhane" dediğimiz 60 m2 lik ahşap kapalı alanımızı yeni bitirdik.

Geçen yazdan önce aldığımız kestane ve meşeleri kurutarak kullandığımız yapılarımızda çimento,taş yada demir kullanmıyoruz.Çünkü arazimiz SİT alanında ve kalıcı,kirletici,temelli yapı yasak!



İklim değişikliklerinin bir avantajı var mıdır bilmiyorum ama biz hala banyo günümüzle beraber denize girmeye devam ediyoruz.Taze taze balığını yediğimiz Ege her gün Güneşle beraber içimizi aydınlatıyor,ufkumuzu açıyor.



Kapalı alanlarda sigaranın içilmediği,gazlı içeceklerin olmadığı, ya da özetle pek çok TV reklamlarındaki ambalajlı yiyeceğin olmadığı İmece'de doğal ürünler yavaş, yavaş toplanmaya,üretim ilişkileri ve üretim takvimleri oluşmaya başladı. Kazdağı'nın ve Ege'nin eşsiz havası eşliğinde bahçelerimizi oluşturmaya başladık.Aralık ve Ocak ayındaki ilk ekimlerimizi gerçekleştirdik. Soğan,sarımsak,tere,börülce,bezelye,bakla,roka, enginar, ıspanak,marul,...

Henüz hazırlık aşamasındaki www.imeceevi.com <http://www.imeceevi.com/ > internet sitemizden de zaman, zaman güncelleyerek en son yaptığımız çalışmaları,ürettiklerimiz izlenebilir.Burada mümkün olduğunca uygulanabilir deneyim ve çözümlerimizi dünya ile paylaşacağız.Gönüllü ve profesyonellerden oluşan İmece Takımı

çok dinamik ve evrensel.Henüz genel duyurunun yapılmamış,hizmete açılmamış olmasına rağmen salt Gökkuşağı Ailesinde olduğu gibi "kulaktan kulağa" yöntemi ile gelenler her geçen gün çoğalıyor.Şimdiden ilk "siftahımızı" bile yaptık...

Kazdağı'nın temel ekonomisi Zeytin ve bizimde ilk ürünümüz Zeytin ve Zeytinyağı.

Arazimiz 7 yıldır turizm amaçlı kullanıldığı için toprak ve bitkilerle hiç ilgilenilmemiş.Sadece Kasım,Aralık ayında gelip ağaçları "döverek" zeytini toplayıp gitmişler.Bu uygulama arazimizin "organik" kalmasını sağlamış.Bizde bu zeytinleri büyük bir özenle toplayıp Kazdağında son kalan geleneksel yöntemi kullanan Tariş'in Avcılardaki "sulu baskı" diye tabir edilen fabrikasında "taş kırma-soğuk sulu sıkımla" ZEYTİNYAĞI haline dönüştürdük.Sıkım gününden önce iki defa fabrikaya gidip üretim sürecini izleyerek, sıkım günü olabilecek sürprizleri önceden bilip yetkililerle anlaşmak istedik.Ve süreç tam istediğimiz gibi hatta beklediğimizden de iyi oldu diyebilirim.Çünkü su kazanını hiç yakmadılar ve bize fazladan bekleme tankı ayırdılar.Akşam günbatımına kadar süren sıkım başlı başına yaşanması,paylaşılması gereken bir konu.

Sonuç olarak Dizyem dedikleri,0,9 asit değerinde taşın kırdığı,soğuk sıkılan,tarım ilaçsız,suni gübresiz zeytinyağımız oldu.Ve afiyetle yemeğe başladık...

Değirmen,Şaraphane,geri kazanım,deterjan,defender,köpek,tavuk,keçi ve doğa takvimini bir sonraki duyuruya bırakalım da ilk merhabayı kısa keselim.

Uzun zamandır görüşmemişliğimizin susamışlığı ile tekrar merhaba.

Hepinizi sevgi ve hasretle kucaklıyoruz.



İsmail Yenigün

İmece Evi Bütünleştiricisi ::-) "

Bir röportaj, Rüzgar ve Güneş Enerjisi üzerine

Kendi Elektriğini Kendin Üret
Bozcaada, Akvaryum Pansiyon

07/09/2007

Ömer Madra: Bugün, Açık Radyo’da Deniz Aşırı programının yapan programcımız Deniz Pak Açık Gazete’de konuğumuz. Deniz Pak, Deniz Aşırı programını yıllardır Bozcaada’daki stüdyosundan kendi olanaklarıyla yapıyor. Bugün bir başka ilginç olayı konuşmak üzere sözleştik kendisiyle. Şu anda yaptığımız telefon konuşması da güneş enerjisiyle gerçekleşiyor. Merhaba Deniz.

Deniz Pak: Merhaba.

ÖM: Bize heyecan verici bir deneyiminden söz edeceksin galiba.

DP: Tabii, aslında bu bir enerji programlamasıydı. Bozcaada’da, bizim bulunduğumuz yerde, yani şu ana kadar Deniz Aşırı programını yaptığım Poyraz Liman’daki evimizde, normal şehir elektriği, telefon, internet bağlantısı, su gibi bütün altyapı olanakları vardı. İşyerimiz ise, yani şu anda bulunduğum ve sizinle telefon aracılığıyla konuştuğum yer ise elektriği, suyu olmayan bir yerdi. Adanın en güneydoğusunda bir pansiyon. Çok ütopik bir işti aslında bu, deli işiydi başladığımızda, çok çalıştık ve şimdiki haline getirmeye gayret ettik. Burada sürekli bir enerji sorunumuz vardı. İnanılmaz güzel gökyüzü görüntümüz var ve burayaelektrik getirmek bu coğrafyaya büyük haksızlık olacaktı. Türkiye’de elektrik, beton direkler ve her iki direkten birine de florasan lamba koyup pırıl pırıl aydınlatmak anlamını taşıdığı için, gökyüzünü bir daha asla şu anda olduğu gibi göremeyecektik. Bunun için de bir alternatif enerji düzeneği kurmamız şarttı. Burada, bu coğrafyada, böyle toprak bir zeminin üzerinden çıkan beton direkler korkunç görüntü kirliliğine yol açıyor. Hele şahane bir gökyüzünü, boşluğu, bir florasan lamba ile aydınlatmak ve o enerjiyi boşa harcamak ayrıca anlamsız. Dolayısıyla biz de alternatif bir enerji kaynağı arıyorduk sürekli. İnanılmaz “zihni sinir” projeleri ürettik, bir sürü şey yaptık. İki yıl önce, ilk olarak su sorununu çözdük. Bizanslılar gibi, arazinin kotunu kullanarak şehir suyundan daha tazyikli bir suya kavuştuk. Hatta "oradan da elektrik üretmek mümkün olabilir" diye de düşündük.

ÖM: Nasıl yaptınız?

DP: Depolarımız oldukça yukarıda, arazide bulunan kotu iyi kullandık. Bizanslılar gibi su kemerleri mantığı ile, aşağıya, bulunduğumuz yere şehir tazyikinden çok daha güçlü bir tazyikle su basabiliyoruz. Böylece adada herhangi bir yerde, elektrik kesildiğinde akmayan sular bizde her zaman akmakta. Bunun da keyfi bambaşka gerçekten. Sonra “o doğal akıştan acaba elektrik üretsek mi?” diye düşündük.

Bu arada da sürekli olarak rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi gibi sistemleri araştırdık. İnanılmaz pahalı idi, gün geçtikçe ucuzladığını görüyoruz tabii. Bilgisayar ekipmanları gibi, bugün çıkan bir bilgisayar malzemesi 10 birime satılıyorsa, 6 ay sonra 5 birime düşüveriyor gerçekten. Bunlar o kadar hızla yarılanmıyor, ama ciddi bir düşüş de yaşanıyor. Anladığım kadarıyla dünyada ciddi bir enerji mafyası var, hiçbir zaman bu ürünleri son kullanıcıya uygun fiyatlarla ulaştırmayacak gibi de duruyorlar. Ama bir gün ulaştırmak zorunda kalacaklar diye düşünüyoruz.

ÖM: Aynen öyle.

DP: Biz de oldukça ciddi bir şekilde araştırdık ve “rüzgâr mı yapalım, güneş mi yapalım?” derken, “her ikisini birden yapalım” dedik. Güneş biraz daha pahalıydı, biz de ilk önce pahalı ve zor olanı yapıp bir adım öne geçelim istedik, çünkü rüzgârı biraz daha kolay yapabiliriz bir süre sonra. İlk önce güneş panellerimizi aldık. Sistemi anlatayım mı?

ÖM: Lütfen. Çok merak ediyoruz.

DP: Lego yapar gibi yaptık, o kadar zevkliydi ki gerçekten. Bir arkadaşımla birlikte yaptık sağ olsun. O olmasaydı ben tek başıma bunu yapamazdım, çünkü o yönlendirdi. Ferhat adında çok sevdiğimiz bir arkadaşımız var, onunla birlikte yaptık bütün bu sistemi. Hatta bütün malzemeleri birlikte seçtik. Önce panellerimizi aldık, onları getirdik. Belki bu sistemi tam anlamıyla bitirdiğimiz zaman, yani rüzgarı da buna entegre ettiğimiz zaman, bir gün Ferhat’la birlikte kışın orada bir araya gelip anlatırız birlikte.

Güneş panelleri ikili ikili takılıyorlar. bizim panellerimiz, ebatları yaklaşık 95-160 cm arasında, dikdörtgen, kalınlığı da 5 cm olan düz levhalar, güneşten aldığı enerjiyi 24 voltla dışarıya verebilen bir panel düzeneği bu. Bunlardan 4 tanesini yine kendimiz yaptık, kaynak makinemizle oturup panelleri bir demir platforma oturttuk. 45 derecelik bir açıyla güneşten en fazla istifade edebileceği yöne, yani güneydoğuya doğru. Tam güney de değil aslında, çünkü bizim bulunduğumuz gibi, batıya bakan coğrafyalarda biraz daha güneybatı olabilir bakış yönü, yani panellerin durduğu yer. Biz doğuya baktığımız için biraz daha doğuya doğru çevirdik, yani güneşten maksimum istifade etmesi açısından. Biz İstanbul’un bulunduğu bölgede bulunuyoruz, yani Marmara bölgesindeyiz Bozcaada olarak, Ege denizindeyiz ama Marmara bölgesi sınırları içindeyiz. Bulunduğumuz yer, ikinci derece güneş alan bölgelerden bir tanesi, çok ciddi güneş alan bir yer değil, Antalya, İzmir gibi bölgeler birinci derecede güneş alan yerler. Oralarda bu sistem çok daha iyi çalışıyor. Dün burada da biraz hava kapalıydı ve randımanı biraz düştü. Biz de gözlemliyoruz tabii, toplam 10-15 gün oldu bu sistemi kuralı. Bu arada sistemi oturttuk, büyük jel akülerimiz var.

AH: Bu sistemi oturtmanız ne kadar sürdü? Yeni yapan, bu işi ilk kez yapan biri için ne kadar vakit alıyor?

DP: Bu maket yapmak gibi bir şey aynı, aslında toplam 5 saatte bağladık bu sistemi ama bunları almak 2,5 ay filan sürdü. Mesela şu anda kullandığımız bir malzemeyi geri gönderceğiz, deneme-yanılmayla da öğreniyoruz çünkü. Bunu yapan şirketler var, bu sistem pahalı olduğu için biz bunu kendimiz yapmaya kalkıştık, çünkü bunu yapan şirketler bu pahalılığın üzerine bir fiyat daha ilave ediyorlar, hiç çekilmez oluyor o zaman onları rakamları. Bu çok yakın bir zamanda uygun hale düşecek. Biraz tabii kendimiz yapmak istedik ayrıca.

ÖM: Evet, onun da ayrı bir keyfi var herhalde?

DP: Evet çok keyifli oluyor, kabloları açıp, oturup panoyu yapıp, en sonunda bağlayıp güneşten şarj edip matkabı çalıştırıp duvar deldiğimiz zaman çok keyiflendik gerçekten. Çok saçma bir keyif oldu matkapla duvar delmek, ama elektrikli ve güçlü bir aleti çalıştırıyor olmanın keyfi de bambaşkaydı. Çünkü ciddi bir elektrik üretiyoruz burada.

AH: Satış var mı!?

DP: Satış yok henüz, elektrik hattı yok, inşallah da olmaz, hat olursa satış olabilecek ama galiba. Çünkü Türkiye’de böyle bir enerji kanunu geçti zannediyorum.

AH: Ama biraz zorlu bir kanun aslında, sattığınız üzerinden nakil hattı, vs. derken satıcı için çok da harika bir kâr getirmiyor. O konuda devlet biraz devam ettiriyor aslında tekelini bir yandan ‘de facto’ olarak.

ÖM: Amerika’da da sisteme çok ciddi elektrik veren evler olduğunu biliyoruz, çeşitli yerlerden okuyoruz.

DP: Bu kanunda da mahsuplaşma şeklinde olacak zannediyorum. Akıllı sayaçların hepsinde geri dönüş de olduğunu biliyoruz. Hani akıllı sayaca geçiş de bir süredir, 6-7 yıldır çok ciddi bir şekilde başlamış oldu.

ÖM: Mesela sayacın geri döndüğünü, yani tersine işlediğini de görmek mümkün olabilecek herhalde.

DP: Şu anda akıllı bir sayaç olsa ve bir elektrik hattı olsa burada enerji fazlamız olduğunu göreceğiz, çoğu zaman bu enerjiyi kullanamıyoruz, geri doğru dönecek sayaç.

ÖM: Bu 4 panelden mi oluşuyor?

DP: Bu 4 panelden, 2 aküden, bir elektrik panosu, yani elektrik şebekesini dağıtan bir solar regülatörden, yani elektrik regülasyonunu yapan bir regülatörden, bir de invertörden oluşuyor. Bu sistemin paneller bölümünü anlatmış olduk, tuttuğumuz yeri anlattık. Panellerden çıkan 24 voltluk akım, bir solar regülatöre giriyor, arkada küçük bir kutucuk yaptık bunları içinde tutabileceğimiz. O biraz da büyük bir kutu olmak zorundaydı, aküler çok büyüktü gerçekten. 90 kiloluk aküler onları o panonun içine koymak da biraz zor oldu, biraz küçük yapmışız kutuyu. O panellerden çıkan 24 voltluk kablolar bir solar regülatöre giriyor, o regülatörden elektrik regülasyonunu yapıp, doğru bir şekilde standart bir voltla, 24 voltla akülere doldurmaya başlıyor. Aküler 24 volt stokluyor. Yaklaşık 2 kilovat stoklayabildiğini biliyorum. Tam gerçek değerlerini bilmiyorum, ama o aküler jel aküler onu biliyorum, uzun süre dayanabilen aküler.

ÖM: Ne kadar zamanda dolduruluyor aküler?

DP: Aküler zaten dolu geliyor. Akülerin satış mantığı da o, dolu geliyor ama o akü boşalıyor ve hemen tekrar doluyor o arada. Belli bir oranda dolu geliyor, yani tam ağzına kadar dolu yapmıyor. Solar regülatör paneli ve aküyü taktığınız anda akü şarj etmeye başlıyor. Fazla şarj ederse paneller duruyor. Şebekeye bağlı olsa, onu hemen şebekeye göndermeye başlıyor.

ÖM: Geri göndereceksin fazlasını.

DP: Aynen öyle. Bu akülerden elektrik panosuna gidiyor, elektrik panosundan dağılıp invertöre geliyor. 24 voltla kullanabileceğiniz aletler o elektrik panosundan direk dağıtılabiliyor. 24 voltluk buzdolabı olabilir, 24 voltluk başka diğer aletler olabilir, bunları direk 24 voltla da kullanabilirsiniz. Ama 24 voltta enerji kaybı çok büyük, kalın ve büyük kablolar olması gerekiyor ve mümkün olduğu kadar bu sisteme yakın olması gerekiyor. Biz o yüzden 24 voltluk bir alet çalıştırmamaya özen gösteriyoruz çünkü panellerin ürettiği elektriği kaybetmeye tahammülümüz yok, onu sonuna kadar kullanmak istiyoruz. O yüzden sadece invertöre 24 voltluk bir kablo çıkardık. Bu invertörün görevi de 24 volttan 220’ye çevirmek bu akımı. 220’ye çevirdikten sonra en son onu taktığımızda çok mutlu olmuştuk. 220’ye çevirip oradan bir 3’lü fişle, ikinci bir üçlü fiş, üçüncü bir üçlü fiş deyince 9-10 tane fiş oluyor ortalıkta. Böylece bütün aletleri çalıştırabilir hale gelmiş oluyoruz.

ÖM: Neleri çalıştırıyorsunuz? Evdeki bütün elektrikli aletleri bu sistemle, alternatif enerjiyle çalıştırmak mümkün olabiliyor mu?

AH: Ve kış aylarında ne olacak?

DP: Bu bizim için de büyük sorun gerçekten. Tabii 15 gündür kullanıyorum neticede ben bu sistemi, ama oldukça anlamlı bir sistem olduğunu biliyorum. Bir başka parametresinden de bahsedeceğim, bu 5 kilovat gün boyu enerji topluyor, bu tabii afaki bir rakam, sürekli 1500 vatlık enerji tüketebiliyoruz. Yani sürekli yaklaşık 2 kilovatlık alet edevat kullanabiliyoruz. Bu şu demek, 5 tane buzdolabı, 2 televizyon, 2 masaüstü, 4 diz üstü bilgisayar, bütün şarj olanakları, yani elektrikle çalışabilen matkap, kaynak makinesi, şu anda konuştuğumuz cep telefonu. Ben eskiden sürekli cep telefonunu şarj etmeye, bir şey yapmaya adadaki evimize gidip geliyordum, 9 gündür evegitmiyorum şimdi, sürekli buradayım, o kadar da mutluyum ki hiçbir yere gitmediğim için. Bütün ihtiyacımızı burada giderebiliyoruz. Böyle bir çok aleti çalıştırabiliyoruz, aslında oradaki bütün stüdyoları bile burada çalıştırabilecek durumdayız, vericiyi çalıştıramayız herhalde, ama stüdyoyu gayet rahat çalıştırabiliriz diye düşünüyorum. Bugün yayımlanacak Deniz Aşırı programı da zaten burada kaydettiğimiz bir program. Herhalde en uygun adamdı Nasuh Mahruki bu program için.

ÖM: Bugün doğrudan alternatif enerji ile yapılmış bir program gerçekleşti değil mi?

DP: Tabii, o invertörün fan sesini duyuyor dinleyiciler programda, biraz daha uzun konuşsak herhalde o fan sesini biz de duyuracağız.

ÖM: Buzdolapları, vs. gibi çok yazın özellikle önemli olan aletleri de bu şekilde sürekli çalıştırmak mümkün olabilecek.

DP: Tabii, klimayı da çalıştırmak mümkün olabilecek. Siz aramadan şunu düşündüm aslında, elektrikli aletler çok gelişmiş gibi görünüyorlar, ama biraz daha gelişmeleri gerektiğini bu sistemi kurduktan sonra gördüm.

ÖM: Niye?

DP: Çünkü her türlü buzdolabını getirip çalıştırabilmek mümkün değil, çünkü her türlü buzdolabının çekebileceği kadar elektriği üretmekle birlikte, her türlü buzdolabını çalıştıramıyoruz bu sistemde. Çünkü, bu A sınıfı diye tanımlanan, enerji tasarrufu olan buzdolaplarını çalıştırabiliyoruz.

ÖM: Zaten onları almak gerekiyor.

DP: Tabii ama bu arada diğerlerini de çalıştırabilmek mümkün, fakat bunların ilk çalıştığı anda çok fazla enerji harcadıkları bir an var, 2-3 saniyelik bir an, o anın adını bilmiyorum tabii teknik bir terimdir, yanlış bir ifade kullanmak istemiyorum, normalde 500 wattlık tüketimi olan bir alet ilk koyduğunuz an 5000 watt çekiyor bir anda. Bütün aletlerde bu böyle, sonradan enerji stabil hale geliyor. İlk önce onu çalıştırmakta çok zorlanabiliyor, bu anlamda her şeyi çalıştıramayabiliyor, yoksa pratik olarak her şeyi çalıştırabilecek enerjiyi üretebiliyoruz. Bir de enerjiyi doğru kullanmak lazım, çamaşır makinesi çalışırken diğer aletleri fişten çıkarmak lazım.

ÖM: Evet, hiçbir şeyi standbyda tutmamak lazım tabii.

DP: Güneşten ürettiğimiz için standbyda tutuyorum kusura bakmayın ne olur, çok zevk de alıyorum, ama kendim üretiyorum enerjimi.

AH: Benim değil mi diyorsun yani!

DP: Hissi bir şekilde, bu kaynağın fosil enerjiden gelmediğini de biliyorum. Böyle çok ciddi bir şekilde kullanıyoruz bu enerjiyi.

ÖM: Kışın ne olacağını, yani kapalı havalarda bir randıman kaybı olup olmayacağını ya da ne miktarda olacağını daha henüz deneme fırsatınız olmadı.

DP: Dün biraz hava kapalıydı, enerji üretimi ciddi bir şekilde düştü, biz rüzgâr enerjisi ile güneş enerjisi bir arada olsun istemiştik. Güneşin açığını rüzgâr kapatacak, yani yazın da rüzgâr daha az, onu da güneş kapatacak ve sistemi hiçbir açık olmadan çalıştırabilmek mümkün.

ÖM: Münavebeli.

DP: Kasım ayında getireceğiz rüzgâr tribünümüzü de kurduktan sonra, şu anda çalışanın 3 katı kadar da bir enerjimiz olacak burada. Dolayısıyla her şeyi burada yapabileceğiz.

ÖM: Kıskanarak dinlemekteyiz. Bunları daha uzun süre tartışma fırsatı bulacağız elbette ama son olarak biraz da maliyetlerin ne olduğu konusunda bilgi verebilir misin? Tam rakamları vermek şart değil tabii, ama bütçeyi zorlar mı, zorlamaz mı şeklinde deneyimlerini bizimle paylaşmanı rica edelim.

DP: Tabii. Aslında bakıldığı zaman bir daha hiç elektrik faturası ödemeyecek olmak çok anlamlı. İlk maliyette biraz yüksek. Ben çok uzun yıllar dalış yaptım, bana hep sorulan bir soru vardı; “dalış zengin sporu mu?” Bizim daldığımız dönemde gerçekten bir dalış elbisesini 1000 dolara filan alıyordunuz, Türkiye’de çok lüks tüketim olarak düşünülüyordu bu. Ben hep şunu söylüyordum, futboldan çok daha az masraflı bir iş, çünkü 1000 dolara aldığım elbiseyi 15 sene giydim, bir kramponu 1,5 aydan fazla giyemezsiniz herhalde. Bu da böyle bir şey, çok uzun süre kullanabileceğiniz bir malzeme. Dolayısıyla bir araba parasıyla bu sistemi yapabilmek mümkün ve çok daha anlamlı. İkinci bir araba alınacağına böyle bir sistem kurulabilir ve bir çok insanın önümüzdeki yıllarda buna ihtiyacı olacağından eminim. Ada içinde de bir çok yerde, İstanbul’da da elektrik kesintileri duyuyoruz. Daha geniş bir araba ile klimalarınızı da çalıştırabilirsiniz, çok harika bir Testarossa ile herhalde her türlü aleti çalıştırmak mümkün olabilir. Yani tamamen arabayla karşılaştırmak mümkün olabilir bunun maliyetini.

ÖM: Zaten bu bütün dünya için de, yani yalnız İstanbul ve Türkiye’deki insanlar için değil, bütün dünya için de acilen alternatif enerjilerin her yerde devreye girmesinin beklendiği bir çağda geç bile kalınmış durumda. Bunları tartışmakla bile vakit kaybediyormuşuz gibi hissediyorum. Vakit kaybetmemek gerekir gerçekten. Çünkü doğa kendisi bu bozulan dengeyi dayatacaktır ve yaptıracak bunları zaten.

DP: İlle onun dayatmasıyla olmasın, biraz önceden fark edip bir hoşluk yapalım hiç değilse.

AH: Edindiğin deneyimler sonuç olarak ortada.

DP: Aslında parçaları alıp her şeyi bir başkasına yaptırmak da mümkün olabildiği gibi parçalarını kendi yapanlar da olduğunu gördüm. Geçen gün bir akrabamız geldi, 87 yılında TÜBİTAK’tan bir ödül aldığını söyledi; bir arkadaşı elektrik üreten bir güneş paneli üretmiş o yılda, bizim akrabamız da o elektrik üreten güneş panelini bir fotoselli düzenekle sürekli güneşe doğru çeviren bir organizasyon yapmış. O günlerini canlandırıp bizim buradaki panellere öyle bir düzeneği tekrar hazırlamasını rica ettim.

Böylece güneşi optimum seviyede takip edeceğiz.

Burada, bütün her şeyi kendisi yapıp, rüzgâr türbinini tenekelerden hazırlayıp, türbin yapıp, ona bir yerden dinamo takıp, ona garip kablolar takıp elektrik üreten bir amca var mesela. Ben yıllarca onunla konuştum, aslında bütün o janjanlı markaların yanında en ışıl ışıl duran adam oydu. Fakat onun çalıştırdığı aletler çok azdı, araba aküsüyle filan bir şey yapıyor, invertörünü de kendi yapmış.

Maliyetlerini sorduğunuz zaman bu çok göreceli birşey, sizin nerede durduğunuzla ilgili, bu organizasyona ne kadar katılacağınızla ilgili. Çok küçük maliyetlerle de bunu üretebilmek mümkün. Biz biraz ortalama bir maliyetle ürettik, çünkü çok anlamadığımız bir konuydu ve biraz garanti de olmasını istedik.

ÖM: Çok heyecan verici. Bu deneyiminizi bizimle paylaştığın için çok teşekkür ederiz. Bunu daha uzun vadede zaten nasıl olsa konuşma fırsatımız olacak.

Pazartesi, Haziran 25, 2007

İyi Ki Doğdun

Doğumgünün Kutlu Olsun Durukan !!!

Cuma, Haziran 22, 2007

Biraz açıklama

Burada bahsedilenin ne olduğunu anlatabilmek, anlayabilmek ve belki de kendi kafamızdaki fikri de daha net ortaya koyabilmek için birkaç açıklama yapmak gerekiyor sanırım.
Öncelikle, durumu tam olarak anlatabilmek için kelimelerin yetersiz kalacağını, kalmayacaksa da benim herşeyi uzun uzadıya yazmaktan üşenip birkaç paragraf sonra yarım yamalak geçiştireceğimi tahmin ettiğimi belirtmeliyim.
O halde "öyle bir yer düşünün ki" diye başlayalım;

İstanbul'a çok uzak değil, ama medeniyete gerçekten uzak; 5-10 dönüm, denize yakın, akarsuya yakın, orman dibinde/ortasında ve açıklıkta bir alan. Bir köşesinde sanat atölyesi olarak tasarlanmı ahşap bir yapı, içinde ahşap oymacılığı, resim, heykel, taş oymacılığı.. aklınıza gelen güzel sanatlar yapılıyor. Bir başka köşesinde doğa sporları malzemelerinin konduğu ve gerektiğinde onarıldığı ufak bir depo/merkez gibi bir kulübe yapılmış. Başka bir noktada garaj var, motorlu araçlar ve diğer mekanik aletler tutuluyor. Bir başka köşeye bir platform yapılmış, üzerinde müzik de yapılabiliyor, dans da edilebiliniyor, yoga da yapılabiliyor.

Orada yaşıyorsunuz, 10-15 kişisiniz. Herkesin farklı ilgi ve bilgi alanları var. Hepinize ait, istediğinizde yalnız kalabileceğiniz özel alanlar/odalarınız var. Bunun dışında alandaki herşey bu 10-15 kişinin ortak mülkiyeti. Herkes kendi bildiklerini ortaya koyarak bir üretim ve paylaşım süreci içinde. Örneğin alanı ilk aldığınızda üzerinde hiçbir şey yokken grubunuzdaki iki mimar kafa kafaya vermiş, alanın paftasını çıkarmış ve ekolojik mimari-yalıtım sistemleri-doğal inşa malzemeleri üzerinde tüm araştırmalarını tamamlamışlar. Gruptaki diğer kişilerle birlikte alanın üzerinde bir planlama yapılmış. Keza yine gruptaki kişilerden biri olan mühendis "Enerji işini ben üstleniyorum" demiş ve yaratıcı zeka + bildiklerini araştırmalaryla birleştirip rüzgar-su-güneş ve gerekirse kol gücünden nasıl elektrik üretilebileceğini projelendirmiş, özgün bir sistem yaratmış. Birileri yemek yapma hastası, "bütün topluluğun mutfağı bizden sorulur" demişler yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle.

Bu kişilerin birbirlerini uzun zamandır tanıyan ve çok seven, beraber yaşamak isteyen insanlar olduğunu söylemeye gerek yok. Aralarında kişisel hesaplaşmalar-takıntılar yok. Her şey samimi bir ortamda ve rahatça söyleniyor, gruptakilerin hepsi kendiyle barışık ve eleştirilmeyi kaldırabiliyorlar.

Yaşamaya başlıyorsun işte orada, meyve ağaçları dikmişsin bir sürü ortalığa, bir alanı tarla olarak ayırmış günlük yiyecek ekmişsin. Yerin varsa ve iklim uygunsa bir bölgeye arpa ekmiş, yanına yaptığın birahane'de bira üretiyorsun, kendi biranı. Ya da bağ yapmışsın, şarap üretiyorsun. Gruptaki kişiler, -varsa- serbest ve oturdukları yerden yapabildikleri işlerini de yapıyorlar arada. Bunun dışında misafirlerin geliyor sürekli, onun tanıdığı, tanıdığın tanıdığı. Bir web siten var, bu web sitesinde sürekli güncellediğin bir ihtiyaç listesi var. Gelirken, kendi maddi imkanları, kaç kişi geldikleri ve ne kadar kalacaklarına falan göre kafalarına göre o ihtiyaç listesinden birşeyler alıp geliyorlar ormanevi'ne misafirlerin. Özellikle haftasonları gayet sosyal geçiyor, sürekli yeni insanlarla tanışıyorsun, muhabbet-beraber yaratmak, gece müzik yapıp dinlemek- gündüzleri istediğin gibi takılmak...

Ortak yaşama alanı var, orada toplanıyorsun zaten kendiliğinden gün içinde falan. Birisinin bir fikri oluyor mesela, bir yazlık sinema yapalım diyor. Alıyor projeyi üstüne, başlıyor çalışmaya. Yardıma ihtiyacı olursa söylüyor, isteyen yardım ediyor. Kolektif olarak yapılması gereken işler oluyor bazen, her gün bir kişi ertesi günkü kolektif işleri tahtaya yazmakla sorumlu oluyor.O kolektif işler yapılıyor, kim nasıl isterse : tarla çapalamak, şehre inip bilmemne almak, tuvalet için foseptik çukuru kazmak kürekle... İşleyiş, tüm o 10-15 kişinin(bunlara vatandaş diyelim hadi şimdilik, diğerleri de misafir olsun) arasındaki iyi niyet ve güvene dayanıyor. Bu yüzden misafirlerden biri "ben de vatandaş olup sizle yaşamak istiyorum" dediğinde toplanıp karar veriyorsun alalım mı almayalım mı diye, kılı kırk yarıyorsun.

Sabah kalktığını düşün, "ne yapayım bugün" diyorsun kendi kendine. Bizim a'nın arkadaşları olan ve dün gelen tırmanışçılarla 5 km uzaktaki kayaya mı gideyim tırmanmaya, yoksa b ve c ile balığa mı çıksak denize inip sandalımızla, sanat atölyesine gidip şu başladığım ok-yay yapımına mı devam etsem. Dur önce gideyim biraz meyve toplayıp yiyeyim, kahvaltı varsa birşeyler de atıştırırım. Hatta ağaçlar arasında ipler-tahtalar çakarak hazırladığımız esneklik parkuruna girip biraz antreman yapayım. Aa, geçen gün gelen çeviri işini de yapayım da mp3 ile müzik dinleyerek, göndereyim, oradan para gelir biraz. Akşam da bir rakı yaparız zaten b ve c'ni tutacağı balıklarla. E de yardım istemişti kafasında kurguladığı yeni su değirmeni projesinin debi ölçerini tasarlamak için, onun yanına da uğrayayım bir. Doğru lan, akşam f gitarla blues yapacak, g de sesiyle eşlik edecekti ona; ooh süper oldu bu.

Alanda, yer yer meyve ağaçlarının gölgesi ve denizden gelen rüzgarla serinleyen havada yürürken, yanından geçtiğiniz müzik stüdyosundan f nin çaldığı besteleri çalınacak kulağına. Bir kaç dakika sonra, penceresi açık küçük ama havadar kulübesine kapanmış, son romanını tamamlamaya çalışan h' i göreceksin, "Ben birkaç gün kapanıyorum abi, haberiniz olsun" demişti geçen gün gülümseyerek. Bitişinde i nin odası var, ama içi boş, çünkü geçen hafta gezmeye çıkmıştı d. karadeniz'e; bir iki hafta sonra gelirim belki demişti giderken...

J 'nin ailesi gelmiş baksana, başımızın üstünde yerleri var. Şehrin karmaşasından sonra nasıl da aydınlanmış yüzleri, ilk başlarda çok eleştirdikleri bu kararı alan kızlarına şimdi gururla bakıyorlar adeta; "biz göremedik, anlayamadık; siz gördünüz anladınız" dediğini duyuyorsun yanlarından geçerken.

Burada herşey senin, herşey hepinizin. Yaratıyorsun ve paylaşıyorsun. Yarattığın şey, her ne olursa olsun, gözünle görüyor, kulağınla duyuyor, elinle dokunuyor ya da kafanda kurguluyorsun, sonucu gördüğünde-hissettiğinde varoluşunu ve tüm takıntılarını aşıp gerçek mutluluğa ulaşıyorsun. Üzerinde günlerce kafa patlattığın yeni soğutma sistemini uygulayıp sonuç verdiğinde zekanla ve yaratıcılığınla birşeyler yaratıp etrafındaki insanların hayatına güzel birşey kattığını görünce dünyalar senin oluyor. Mutlu oluyor, mutlu ediyorsun.


Çok daha tanım üzerine kurgulamayı düşünmüştüm bu yazıyı, ama kaptırınca bu çıktı işte. Belki birşey ifade eder birilerine; başka birilerine ise birçok şey ifade ettiğini biliyorum.

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Bisiklet Turu-Keşif

Bazı şeyler belli olduktan sonra =) haftaya bir bisiklet turu planlıyorum bahsettiğim gibi. Amacım Şile ve Ağva, mümkün olursa daha da doğuya doğru, mümkün olduğunca deniz kenarında kalarak köy yollarından gezmek, buradaki yer şekillerini ve birki örtüsünü fotoğraflamak, fırsatım olursa arazi olup olmadığını, varsa da yaklaşık fiyatlarını öğrenmek ve size de gösterebilmek amacıyla mümkün olduğunca çok fotoğraf çekmek.

Yalnız yapacağım sanırım bu turu, en azından öylee gözüküyor şimdilik. Bu yaşam projemizi gerçekleştireceğimiz bölgeyi en azından seçmek için araştırmalara başlamayı doğru buluyorum; demek istediğim herkes gittiği yerleri biraz da bu gözle incelerse işimiz çok hızlanır ve şu anda yapabileceğimiz tek şey olan ön araştırma-hazırlık devresini en sağlıklı biçimde geçirmiş oluruz.

Önümüz yaz, bir sürü böyle geziler falan yapacağız inşallah hepimiz, beraber ya da yalnız. Değerlendirelim bu süreci, hayatımızın ortak ve en büyük bu hayalini gerçekleştirmek için ilk adımları atmış olalım derim =)

Ve gömerim!

Pazartesi, Haziran 11, 2007

Haydi Bakalım!

Dostlar,

Hayat, biliyorsunuz işte; burada kelimelerle oynayıp tanımlar yapmaya gerek yok, her an devam ediyor, durmuyor. Kimi zaman haftalar oluyor ki birbirimizi görmüyor, neler yaptığımızdan haberdar olmuyoruz; ama yine de aramızdaki görünmez bağın hep devam ettiğini düşünüyorum ben. Bir arkadaşımın deyişiyle, "Yıllarca görüşmesem de senle, bir gün gelip de birisiyle konuşmak istediğimde seni arayacağım bir gün."

Bana yakıştıramadığınız, benim de odunluk kavramıyla örtüştüremediğim bu girişten sonra gelelim bu satırların amacı ve özüne. Belki de birbirimizi tanıdığımızdan beri bahsettiğimiz bir hayal var biliyorsunuz; beraber kurduğumuz birbirimizin gözlerinin içine baka baka inşa ettiğimiz, birbirimizin enerjisinden besleyerek büyüttüğümüz bir hayal bu. Henüz adı yok, detayı yok, zamanı ve mekanı yok; sadece özü var. İşte bu hayalin ilk ve belki de sırf bu yüzden en önemli aşamasını başlatmamız gerektiğini düşünüyorum; bu blog'u etkinleştirmemin amacı da bu zaten.

İstedim ki bu hayalle ilgili tüm gelişmeleri, kendi bakış açılarımızı, isteklerimizi, taleplerimizi; kısaca herşeyi tartışabileceğimiz bir yer olsun. Birbirimizin yazdıklarına yorumlar yapalım, farklı konuları tartışalım ortak noktalar bulalım veya bulamayalım. Neyin ne olduğunu görelim, gösterelim, kararını verelim. Falan filan..

Blog'a gelince; zamanında açmıştım bunu, geçen sene sanırım. "Orman Evi", o zamanlar böyle tanımlamıştım ismini. Attığım bir-iki yazı vardı, biri hariç onları da silmedim, dursun.
Bunun üzerinden yapalım dedim tartışma ve paylaşımlarımızı. Bu da bir tanık olsun tüm bu sürece aynı zamanda, 30 sene sonra geri dönüp baktığımızda "vay be" diyelim.

Ben bu haftaiçinde bir bisiklet turuna çıkacağım, Ağva taraflarına. Amaç o bölgede arazi uygun mu, arsalar var mı, fiyatlar nasıl gibi çok genel ve yüzeysel bir araştırma yapmak, hem de kendimle baş başa kalmak tabi. Oytun da Ordu'da bir yerden bahsetti, kendisi burada detaylandıracaktır umarım =)

Ha unutmadan, sisteme yazı ve yorum yazabilmek için www.blogger.com dan üye olmanız gerekiyor sanırım. Kısa ve basit bir işlem. Ondan sonra bana maille nicklerinizi falan bildirin ki listeye alayım sizi hemen, siz de istediğiniz gibi yazın çizin buralarda!

Haydi bekliyorum! =)

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Şimdii...

Herşeyden önce, şimdiden biline ki bu blog düzenli yazılmayacak. Aklıma geldiğinde, kafama estiğinde, zamanım olduğunda, canım istediğinde dolduracağım buraları. Buna istinaden, bugünkü konumuzu da doğa olarak belirleyelim.
Doğa her ne kadar böyle iki tane zibidi kelimeyle açıklanamayacak bir varlık olsa da, biz deneyelim yine de kendi düşüncelerimizi yansıtmayı. Doğa kelimesi kullanıldığında ilk akla gelen orman, yeşil, dağ-bayır olsa da, biraz daha derin düşündüğümüzde işi karmaşıklaştıran sorularla karşılaşıyoruz. Şehir doğanın bir parçası mı değil mi mesela?Yoksa insanın müdahale ettiği yer "doğa" tanımlamasının dışında mı kalıyor? Bu soruya içinizde vereceğiniz cevap şu anda farketmesiniz de aslında çok temel bir ayrımın başlangıç noktası.(Bak ben de yazarken düşünüyorum her zaman olduğu gibi mesela, bütün bunlar aklıma gelmemişti hiç, ama bir yerlerde varmış aklımda demek ki.)
Eğer derseniz ki doğa,dünya bütünündeki tüm canlı ve cansız varlıkları kapsayan genel bir kavramdır, bu durumda canlıların doğaya müdahalelerini de "doğa" kavramı içinde eritmeniz gerekmez mi?Örneğin kurtun ormana sıçmasıyla, öküz gibi bir alanın insanlar tarafından şehre dönüştürülmesi aynı şeye dönüşür bu noktada... Eğer doğa bir bütünün adıysa, tezek de onun parçası, beton da, asfaltta. Hepsi de doğada bulunan maddelerin dönüştürülmesi değil mi?
Bu tezler karşısında "saçmalama lan ne alakası var?" tepkisini veriyor olabilirsiniz. Ama olaya sadece teorik açıdan yaklaşıp bu mantık zincirini takip ederseniz varacağınız sonuç farklı olamaz fikrimce.
Diğer yandan, doğa kavramını insanın müdahale etmediği, saklı kalmış noktalar olarak tanımlarsanız[saygın bir "iş" tanımına göre iş, doğanın şekil değiştirilmesidir(transformasyon)] bu sefer de dünya üzerinde yaşayan insanların neredeyse hepsinin doğadan tamamıyla ayrı yaşadığı sonucuna ulaşırsınız ki, bu da haftasonu trekking gezisine gitmekle kapatılabilecek bir açık değildir.
Mantık silsilerimizle suratlarımızı tokatlayamaya devam edeceğiz.

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Neden blog?

Arama motorlarında bir konu hakkında bloglarda arama yaparken, yorum yapmak istedim bir amerikalının bloguna. "Üye misin kardeş?" dedi, "Yok abi" dedim. "Üye ol da öyle gel" dedi, "Tamam ulan" dedim. Meğer üye olmakiçin bir blog da senden açmanı bekliyormuş sistem.

Budur.
Bugün şöyleyim böyleyim de yazmam ben buraya. Yazdığımı kendime yazarım, bilgisayarımda şifreli dosyada durur. Ha "Buraya ne yazacaksın o zaman" sorusunu yöneltenleri de "Abicim şu anda ne yapıyorum ben, yazmıyor muyum yani?" cevabıyla allak bullak ederim.

Ha bir de Orman Evi ismi nereden geliyor diye merak edenlere : Üniversite öğrencisiyim ben şu anda. Doğay ve doğal yaşamı da çok seviyorum. Her türlü sosyalliği an itibariyle dibine kadar yaşıyor olmama rağmen diplomamı aldıktan sonra-diplomayı bilgisayar oyunlarındaki auto-save gibi düşünün- bir kısım arkadaşımla ormanda yaşamayı düşünüyoruz. Boş hayaller kısmını geçeli çok oldu, biz planlama aşamasındayız.

Bu konu hakkındaki detaylar, yaptığım sporlar ve açıklamaları, uzun bisiklet gezilerimiz hakkında yazılar, kız-erkek ilişkisi gibi derin konulardaki düşüncelerim ve daha düşünmediğim bir sürü falanfilan ilerleyen zamanlarda. Hikayelerimi bile yazarım buraya belki. Gerçi çok umrundaydı sanki kimsenin eauehau.